25 Mayıs 2015 Pazartesi

Öleceğiz Sevgilim...

 Sen kapılıp gitmişken İstanbul kokan, trafikte ömrünü yiyen hayata, öğretmenlik yapıp daha fazlası, daha yenisi, daha iyisi peşinde koşarken, adımlarını sayamadan günlerini ve mutluluklarını fark edemeden öleceğiz sevgilim.

 Dostoyevski'yi tanımaya fırsat bulamadan birkaç haftalık yahut iki aylık tatillerin ile avunurken, hafta sonunu iple çekip onda da şehir denilen beton ormanlarda çürürken öleceğiz sevgilim.

 Öleceğiz lakin hala umut var sevgilim. Shakespeare gibi bir sahnede ilk kez izlediğimiz şeyin büyüsüne kapılıp, adının tiyatro olduğunu, yüzyıllar sonra tiyatro denilince akıllarda canlanan ilk isim olduğunda anıldığı gibi umut var... Osman Hamdi Bey gibi aşkımızın bize ruhumuz olduğunu hatırlatan sanatın tutku kokan nefesini hissetmeye vaktimiz var sevgilim.

 Ömer Hayyam ne diyor, ''Dünyada ne var kendine dert eyleyecek. Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek. Zümrüt çayır üstünde sefa sür iki gün. Zira senin üstünde de otlar bitecek.''
Öleceğiz sevgilim, o zaman göreceğiz kavgalarımızın, davalarımızın hepsinin ömrümüzü oyaladığını. Kendimize betondan rezidanslar yapıp doğanın bağrına hançer misali saplanan evlerimizde yapay mutluluğumuzu yaşarken pısss diye fısıldayan çilek kokulu oda kokusuyla doğallığı yaşadığımızı sanacağız. Oysa taştan evlerinde sağlık sigortaları, düzenli gelirleri olmadan ağızları sarımsak üzeri tezek kokan, anasını da alıp gitmesi istenilen köylülerimizin hayatlarını ilkel buluyoruz. Varlıklarından utanıyoruz lakin emekliliğimizde deniz kıyısında bir evin bahçesinde organik tarım hayaliyle taş duvarlara yansıyan odun sobasının tesellisiyle kurtulmaya çalışıyoruz egzoz dumanlarından... Garip hallerdeyiz yani sevgilim, o ilkel köylülerimiz gerçek mutluluğu yaşarken...

 Gel kaçalım hadi bu beton ormanlarından, doğal ormanlara gidelim. Yılanlardan korkalım, Tanrının yarattığı sürüngen olan yılanlardan korkalım, iş arkadaşı adı verilen iki ayaklı olan yılanlardan korkmak yerine. Akreplerden korkalım, sansar gelir de tavuklarımızı, yumurtalarımızı çalar diye korkalım da çocuğumuz toprakla büyüsün, zemini pilastik kaplı cılız ağaçların gölgesine sığınmış park bozuntuları yerine...

 Aşk bu cana, bedenden hak ise can ne cami çeker ne kilise diyorlar ya hani, dinleyelim onları. Aşkımızı bu doğala özdeş olan ama doğanın canını okuyan beton ormanlarından kurtaralım.

 Hadi...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder